-
__IMAGE_DIV____PRODUCT_NAME____BUNDLE_TEXT____VARIANTS_TEXT____CUSTOMIZATIONS_TEXT__Birim fiyatı: __PACKAGE_PRICE____COUNT__ adet adet__PRICE_NOT__ __PRICE__Sepetten çıkar
Carré d’Artistes serüveni İstanbul’daki galerimizde başlayan Pierre Reymond, günümüzde dünya çapında en çok satan sanatçılarımızdan biri. Lirik soyutlama tekniği kullanan sanatçının, yalnızca spatula darbeleriyle ürettiği eserleri izleyicileri büyülüyor. Bakmaya doyamadığımız eserlerinin başında ise hiç kuşkusuz konserleri geliyor.
Konserler serisi ile akıllara kazınan sanatçı, 2004 yılından beri bu çizgide eserler üretiyor. Seriyi oluşturan tabloların belirli bir iskeleti var: soyut bir arka plan ve orkestra. Bu unsurları kullanırken Reymond, deneysel yaklaşımıyla her bir eseri eşsiz kılabiliyor. Gördüğü yoğun ilgiye rağmen, sanatçıya göre bu serinin derinliği yeterince anlaşılmıyor. Bu yüzden, neyin ele alındığının anlaşılması için eserleri mercek altına almaya karar veriyor. Yazdığı incelemeyi dünya üzerindeki bütün galerilerimize ileterek adeta bir manifesto yayınlıyor.
Gözlerimizi ayıramadığımız konserleri daha iyi deneyimleyebilmek için Pierre Reymond’un rehberliğine kulak veriyoruz. Bu yazımızda, resim ve müzik arasındaki paralellikleri algılayarak konserlerin dünyasını keşfe çıkacağız.
Yaratılış
2004 yılından beri süregelen konserler serisi, aslında bir sahne performansının parçası olarak yaratılmış. 2003 yazında katıldığı bir konserin etkisinde kalan Reymond, deneyimlediklerini ölümsüzleştirmek istemiş. Akıllı telefonların henüz icat edilmediği o dönemde, çareyi kağıt kalemde bulmuş. Çevresinden rica ettiği kalemle, giriş biletinin arkasına, gözlerinin önündeki zarifliği bir çırpıda resmetmiş. Bu manzarayı “güzelliğin özü” olarak tanımlayan Reymond; karanlık ile aydınlık arasındaki zıtlık ve dengenin, renklerin etkileşiminin, müzisyenlerin konumunun etkisi altında kalmış. Öyle ki, uğruna bir ahırın sahneye dönüştürüldüğü bu konserde ne çalındığını hatırlamıyormuş bile. Yaşamı ve sanatı gözlerinin önünde bulan Reymond, peşinde olduğu anlam ile yüzleşmiş.
Soyut Bir Arka Plan
Pierre Reymond, konserlerin arka planlarının neredeyse kendilerinden daha değerli olduğunu düşünüyor. Ön plandaki naif müzisyenler de önemli elbette, orkestra ve arka plan tabloları birlikte oluşturuyor. Aradaki fark, soyut arka planın tabloda üstlendiği görevden kaynaklanıyor. Esere ruh halini, renk uyumunu ve dairesel hareketini vererek orkestrayı geliştiriyor.
Konserin kalbindeki lirik soyutlama, her konseri eşsiz kılıyor ve deneyiminizi derinden etkiliyor. İlk bakışta müziğin orkestradan geldiğini sansanız bile, çok geçmeden her şeyin aslında arka planda yaşandığını hissediyorsunuz. Orkestranın kendisi de spontane ve içgüdüsel bir soyutlama ile hayat buluyor. Bu figüratif olmayan yaklaşım; duyguları, hisleri, çeşitli ruh hallerini şekiller ve renkler aracılığı ile ifade ediyor. Reymond, spontane ve dinamik spatula darbeleri kullanarak renkleri üst üste bindiriyor. Müzik, doğa ve bilinçdışından esinlendiği tekniği için ilham kaynağının Zao Wou-Ki olduğunu belirtiyor.
Detaylara Dikkat
Pierre Reymond, tuvalini ilk başta geniş, kaba ve tutkulu spatula darbeleriyle boyuyor. Enerji patlamalarıyla spatula durmadan ileri geri hareket ediyor. Ardından sıra detaylara dikkat etmeye geliyor. Bu aşamada ressam kendini tamamıyla tuvaline adıyor. Yeni bir perspektif ile odaklandığı tuvalinde kemanın, çellonun, piyanonun parlaklığı ortaya çıkıyor.
İzleyicinin eseri ilk deneyimlemesi belirli bir uzaklıktan oluyor. Bu mesafede izleyici genel bir izlenim ediniyor. Sonradan bakışları yakınlaşıyor ve ressamın ortaya koyduğu detaylara odaklanıyor. İşte o zaman izleyici, tuvaldeki ince dokuları ve dikkatle karıştırılmış renkleri keşfediyor. Her bir detay, sanatçının iç dünyasına açılan bir pencereye dönüşüyor. Ressam ve izleyici, detaylar sayesinde sessiz bir iletişim kuruyor. Bu ikili arasında bir köprü olan detaylarda eserin ruhu bulunuyor.
Uyum
Reymond, konserler serisini anlamamız için, klasik müzik ve resim arasındaki paralellikleri görmemiz gerektiğini savunuyor. Tonalite, armoni, kromatizm ve ritim kavramları aracılığıyla kendini açıklıyor. Bununla birlikte, tabloları daha iyi deneyimleyebilmemiz için her bir konser türüne uyan senfonilere de değiniyor.
Tonalite: Müzikte kompozisyonun temelini oluşturan nota ve akor hiyerarşisidir. Belirli duygular uyandırarak müziğin yapısını oluşturur. Benzer bir şekilde, resimde bir eserin atmosferini belirlemek için renkler gereklidir. Renkler de tonalite gibi belirli duygular uyandırır. Örneğin, müzikte majör tonalite resimde sıcak ve parlak renklerin kullanılmasına denk gelirken, üzüntü veya melankoli yansıtan daha koyu ve soğuk renklerle minör tonalite bağdaştırılabilir. Reymond’a göre, farklı konserlerin arka planlarında bu ayrım görülebilir.
Armoni: Kulağa hoş gelen akorlar oluşturmak için birlikte çalınan notaların kombinasyonudur. Resimde kompozisyona karşılık gelir. Kompozisyon oran, simetri ve kontrast tarafından geliştirilir. Görsel unsurların bu şekilde düzenlenmesi dengeli bir bütün yaratır.
Kromatizm: Müzikte ana anahtar dışındaki notaların kullanılmasıdır. Müziksel dokuyu zenginleştiren gerilimler ve çözülümler yaratır. Resimde ise kromatizm, bir esere derinlik ve karmaşıklık kazandırmak için ince gölgelerin ve çeşitli renklerin kullanılmasıdır. Ressamlar, dikkat çekmek ve dinamik görsel efektler oluşturmak için zıt veya tamamlayıcı renkler kullanabilirler. Benzer bir şekilde, besteciler de müziğe zenginlik ve duygu katmak için kromatik notalar kullanırlar.
Ritim: Sesleri zaman içinde organize eden bir zamansal yapıdır. Düzenli ya da düzensiz, yavaş ya da hızlı olabilir ve müziksel kompoziyonun dinamiğini etkiler. Resimde ritim görsel harekete, şekillerin ve motiflerin tekrarına karşılık gelir. Sanatçılar ritmi, bir hareket ve akış hissi uyandırarak izleyicinin gözüne rehberlik etmek için kullanır. Benzer bir şekilde, müziksel ritim dinleyiciye komposizyon boyunca rehberlik eder. Reymond’un eserlerinde de müzisyenlerin ve arka planın ortak bir hareket içinde olduğunu görebiliriz.
Kırmızı Konser
Kırmızı konserlerde, adı üzerinde, soyut arka plandaki kırmızı renk resmi domine ediyor. Canlılığı ve enerjisiyle, dram ve tutku atmosferi yaratıyor. Patlıyormuş gibi görünen sıcak renkler ve soyut şekiller, Beethoven’ın 5. Senfoni’sini çağrıştırıyor. Çünkü bu senfoni tutkusu, yoğunluğu ve çalkantılı ritmiyle insanı büyülüyor. Tabloların canlı renkleri, Tchaikovsky’nin 4. Senfoni’sinin heyecan ve melankoli arasında gidip gelen tutkulu ritmini de yansıtıyor. Tuvalin kalbinde yanıyormuş gibi görünen turuncu çıkıntılar, Dvořák’ın 9. Senfoni’sinin harekete geçirici temasını çağrıştırıyor. Tabloların canlı ve cesur formlarında, destansı ihtişamı ve savaşçı ritmi ile Beethoven’ın 3. Senfoni’si de görülebiliyor.
Mavi Konser
Gece kadar koyu mavi, konserler dünyasında gizemli, mistik, rüya atmosferi barındıran senfonileri karakterize ediyor. Akla yine Dvořák’ın 9. Senfoni’si geliyor—mistik bir havası olan “Little Evening Wind” isimli ikinci bölümüyle. Bhrams’ın 4. Senfoni’si de yavaş geçişlerinde benzer bir izlenim veriyor. Zengin ve karmaşık armonisi ile tabloların koyu mavi tabakalarını yansıtıyor. Ayinsel atmosferiyle, Strauss’un “An Alpine Symphony” eserinin ilk bölümü “Night” da akla geliyor. Mağarayı andıran derinliği ve sert sesleriyle Honegger’in 3. Senfoni’sinin finali “In Catacumbas”, tabloların soğuk ve parlak darbelerinde görülebiliyor. Soğuk ve uçuşan armonisiyle Sibelius’un 7. Senfoni’si, tabloların buzlu ve gizemli havasını somutlaştırıyor.
Leviathan Konser
Madeni tonlarıyla neredeyse vahşi olan Leviathan konserler, yeryüzünün gücünü ve doğanın yüceliğini anımsatıyor. Bu çağrışım, pastoral armonisiyle Schumann’ın 3. Senfoni’si “Renish”i akla getiriyor. Tablolarda hissedilen doğa soluğu, Beethoven’ın ünlü 6. Senfoni’si “Pastoral”de de bulunuyor. Melankolik lirizmiyle Tchaikovsky’nin 4. Senfoni’si, tuvalde görülen koyu ve mistik renkleri yansıtıyor. Hüzünlü ve kırılgan güzelliğiyle Schubert’in bitmemiş 8. Senfoni’sinde de bu tablolardan bir parça bulabiliyoruz.
Çok Renkli Konser
Renk paletlerine baktığımızda, çok renkli serinin kontrast sınırlarını zorladığını görüyoruz. Zıt ve beklenmedik karakteriyle bu tablolar Barok’u andırıyor. Kromatik dairesel kompozisyonu, parlaklığı ve dinamizmi ile adeta ışık saçıyor. Stravinsky’nin Psalms Senfonisi, yoğunluğu ve coşkun ritmi ile tablolara uyuyor. Mahler’in 4. Senfoni’si, coşku ve bastırılmış şiddetin arasında, kromatik renk patlamalarını yansıtıyor. Aynı patlamaların yoğunluğunu, savaşçı ruhu ve sürekli hareketiyle, Prokofiev’in 5. Senfoni’sinde buluyoruz. Hindemith’in Mathis der Maler Senfonisi, lirizm ile öfke arasında bir yerde, bu serinin dengesiz ve şiddetli zıtlıklarını yansıtıyor.
Galerinin Notu
Pierre Reymond’un yirmiyi aşkın senedir sürdürdüğü bu seri, sanatçının estetik arayışının vücut bulmuş hali diyebiliriz. Yıllar geçtikçe tabloların evrildiğini görüyoruz, ilk konser ile günümüzdeki eserler arasında dağlar kadar fark var. Konserleri tek başına incelemeyip seriye bir bütün olarak baktığımızda, birbirleriyle kıyasladığımızda, bu serinin neden özel olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Aslında konserler birbirlerini var ediyor. Yan yana durduklarında bu eserler birbirlerinin ışığını söndürmüyor, aksine her birinin deneyimini yoğunlaştırıyor. Eserlerinin arasındaki bu eşsiz bağı ve katman katman derinliğiyle konserler serisi, Pierre Reymond’u diğer ressamlardan ayırıyor.